26 Nisan 2012 Perşembe

Benim Biraz İşlerim Var...

   Sıcak...sonra biraz daha sıcak...Bolca tahinle karıştırılmış damardan bir dut pekmezini çağrıştıran bir hava. Çalıçilek çorbası ya da ballı süt gibi ancak kış mevsiminde hoşgörebileceğim bir manzara bu, boğazlı kazak misali içimi sıkan. Yataktan kalkmaya üşeniyorum, işte yine baldırları terleten geceleriyle yaz geldi, ve ben bu yazı da İstanbul'da geçireceğim, bu yazıyı da...

   Kısa bir süre önce, yalnızca sabahları kendimi iyi hissettiğimi keşfettim. Sabahları, uykudan yeni uyandığım ve kahvaltı bile etmediğim o yarım saatlik sürede. Çay bende çarpıntı yapıyor, günün ilk çayını höpürdetmemle birlikte önce küçük pıtırtılar halinde başlayıp sonra minik bir bas patlaması halinde devam edip gidiyor. Eskiden hiçbiri yoktu tabii bunların, ne çarpıntı, ne sigara o yüzden sabahları bana garip bir şekilde nostaljik geliyor.

   Bugün izin günüm. Masmavi bir gökyüzü altında serbestim. Yataktan çıkmamla, arka bahçenin bildik manzarası yirmi yıllık siluetiyle beliriyor. Eskiden bir de ceviz ağacımız vardı. Dalları evin pencerelerini zorlayan dost canlısı, koca bir ağaç. Önce kurutup sonra kestiler onu, belki de park halindeki araçların üzerine düşen olgun cevizlerden hoşlanmadılar. Ne kadar çok yemiştim onun cevizlerinden, ve dahi annemin o cevizleri kullanarak yaptığı baklavalardan. Arasam, belki balkonda bulurum ondan yadigar bir ceviz, dur bunu da ekleyeyim sonunda unutulacak güzel işler listesine.

   Kahvaltıdan sonra çıktık evden, abim ve ben, mahallenin en tipik mekanına, Uğur Pastanesi'ne gidip oturduk. Yıllardır bıkmadan usanmadan konuştuğumuz şeyleri bir kez daha konuştuk, hiçbir nezih semtin, hiçbir pastanesinde içemeyeceğiniz kadar ucuz çaylardan içtik (daha fazla çarpıntı), moralimizi iyice bozduk ve halk arasında Çamlık ismiyle maruf parkımıza doğru yürümeye koyulduk.

   Böyle günlerde hayata karşı memnuniyetsizliğim nedense artıyor sevgili dostlar. Nasıl yaşaması gerektiği konusunda sabit bir fikri olmayan birçok insan gibi tatil günlerinde hissettiğim bu anarşik tatminsizlik, aklıma daha önce yaptığım birçok adı konmamış planı getirmekten başka bir işe yaramıyor. Bu planların temel noktası ise mesnetsizlik. Hiçbirinin bir boka fayda edeceği yok. Sadece daha çok çay, daha çok sigara ve daha çok memnuniyetsizlik demek hepsi. Bir türlü içine dalamadığım kirli bir havuz gibi gerçek hayat, ertelediğim işlerin ortasında beni bekliyor.

   Ne kadar pislik bir herif olduğumu benden başka kimsenin bilmemesi oldukça enteresan. Ara sıra insanlara anlatmaya çalışıyorum bu durumu. Kimse inanmıyor bana. Şaşıyorum neden inanmadıklarına. Diyorum ki kardeşim ben böyleyim: gurur bende, kibir bende, kendini beğenmişlik, ukalalık, kadir kıymet bilmezlik bende. Sürekli mızmızlanır dururum. Bir halt etmediğim gibi, edeni de kıskanır, nefret ederim ondan. Hatta kendi tembelliğimin suçlusu ilan ederim onu. Benden başka herkes şanslı, herkes kayrılmıştır gözümde. Kendi konumumdan daha düşük bir yerde olduğunu düşündüğüm kişilerdir aslında yanında en çok rahat ettiklerim. İç dünyamda kendimi sürekli kıyaslamalara tabii tutar, her günün yaparım ayrı ayrı hesabını. Ama yine de iyi bilir beni insanlar. Çünkü somut bir zarar vermem kimseye. Halbuki içimdeki çürümüşlükte yatar asıl hastalığım, kendimle gurur duyamıyorsam yokum ben, ne yapayım, öyle yetiştirildim. Bir erdemim varsa bunu da kabul etmemdir sanırım, ama bu da herkesin gizlediğini açığa vurma gibi bir suçlamaya karşılık gelebilir, işte o zaman da haksızlığa uğramış sayarım kendimi, 'sanki siz çok iyisiniz' derim içimden, 'sanki çok iyisiniz...'

   Halbuki, kendimi tedavi etmeye çalıştığım kısa dönemlerde yaptığım gibi elime kitabımı defterimi alsam, bir köşeciğe çekilsem, oracıkta okuyup yazsam, yani aslında 15 yaşımdan beri yapmam gereken şeyi yapsam şimdi herşey çok daha farklı olurdu. O herkesin içine kapanık, inek, asosyal, geek vs. deyip akılları sıra ayıpladığı güzel insanlardan biri olabilirdim belki de. Hayatlarında borç, minnet yoktu onların, kimsenin tavuğuna kışt dememişler, hiçbir ucuz hırsa kapılmamışlardı. Çalışkan, sessiz ve seçkindiler, öyle olduklarını bile bilmezlerdi. Onlarla konuştuğunuzda, billur bir samimiyetin eşlik ettiği mütevazı bir gülümsemeyle dinlerlerdi sizi. Sizin çok daha iyi planlarınız olduğu için burun kıvırdığınız akademik kariyer gibi işleri yaparlardı onlar, harcamaları bile abartısız bir sanat ahengi içinde gerçekleşirdi. Ve yine sessiz sedasız kendileri gibi duru bir ruh ile evlenir, küçük, sevimli çocuklarını yetiştirirlerdi. Ben bu izin günümde yüzüm ve sakalım beş karış, pıtı pıtı çarpıntılarla gezerken, onlar çocuklarını parkta oynamaya götürürlerdi. Belki de gezdiğim parkta da vardı onlardan bir tane bilmiyorum. Sonuçta böyle günlerde etrafımdaki güzellikleri pek görmüyorum.

    Evet, işte eve döndüm yine. Oturup kendi kendimi yemeden önce bunları yazayım dedim. Çekyatın bir köşesine kurulup akşamki maça kadar boş boş oturmayı planlıyorum şimdi. Akşama doğru da yine küçük çaplı yersiz bir isyana kapılırım artık. Zaten hayat, git gide kendimi kaptırdığım bu sözümona isyanların bir tür dekoru olup çıktı. Bu yaştan sonra kendimi tedavi edebilir miyim, orasını ben de bilmiyorum.

  

çiçek kokulu güzel kadına(ydı)




mahalledeki en tonajlı teyzenin gölgesi adına!
öyle hengameli, öyle büyük bir iş bu
iş bu minval üzre başladı her şey sevgilim


tıngır mıngır
topuklu ayakkabılar zerafetinde
bir çiçek serinliğinde
köftelersiz
salatalarsız
ve bir de penceresiz masada
(turgut ağabey' e selam olsun)
önce sular dolduruldu bardaklara
belki de hiç gelmeyecek misafirlere saklanan tabaklar gibi
yürekler çıkarılıp kondu sofraya


belki mutlu olamam ama
çok fiyakalı üzülürüm mesela
mesela sen gidersen-ki gitme-
benim omuzlarım düşer
cevabı yarı-bilinir sorular sorulur
-neden her pazartesi yağmur yağar?
-üşür mü iğne yapraklı çamlar da?
yok eğer kalırsan-ki kal-
evler yaparım sana inançlarımdan
çiçeklerine bahçe


haydi yine çeker misin saçlarımı
kökünden söküp alsın bitsin ağrılarım
yok,hayır! onlar gözlerim bırak kalsın
elimi mürekkebe buladım bir kere
sanmam ki bu kirler yıkanmakla paklansın


biz yine de bırakalım bunları sevgilim
sen bana bir çay demle
cennette seninle beraber çay içelim


ey sevdiğim kadın
hani hep yürürsün ya sağ yanımdan
sağ yanımdan yürü her zaman
sol yanımda...
çünkü sol yanımda zaten yine sen varsın...