11 Mayıs 2012 Cuma

Bu Sabahların Bir Anlamı Olmalı - 27

Gözleri istemsiz bir şekilde aralandı. Herhangi bir ses yoktu. Kapandı. İkinci aralanma süreci. Hala ses yok. Daha da uyumalıydı. Üçüncü aralanma. Tekrar uyuyamayacağını anlamıştı. Belki bir sigara içer, ortalıkta dolanır, tekrar başladığı yere-yani yatağına-geri dönerdi. Sol kolu tamamen yataktan sarkmış durumdaydı. Avuç içi açık ve yukarı bakar şekilde. Sanki üç dakika önce uyuyakalmış ve elindeki şişe bu esnada yere düşmüş, yere vurunca çıkardığı sesten dolayı uyanmış gibiydi. İki uyanma arasında hiç bir fark yoktu. Diğer elini sol yanında duran, nereden nasıl edindiğini bilmediği, o anda da düşünmediği komodinin üstüne doğru ivmelendirdi. Olmamıştı. Yani tutturamamıştı. Asıl yapmak istediği, her sabah uyandığında yanında görmeye alıştığı-kadim bir sevgili misali-sigara paketine uzanmaktı. Sağ elinin son üç parmağı, biten bir sigarayı söndürürken bir diğerinin kendini umarsızca boşluğa bıraktığı kül tabağının içine dalıvermişti. Hissettiği bu tiksintiden dolayı biraz olsun uykusu kaçmış, daha bir dikkat kesilmişti. Yeni bir denemeyle elini bir kez daha hamle yapmak için savurdu. Paket henüz açılmıştı. En sevmediği durumlardan bir tanesiydi. İçinden sadece bir tane alındığından dolayı, yumuşak paketten bir sigara dalı edinmek en hengameli işlerden bir tanesiydi. Bunun için ayrıca bir işlem gerekecek, sağ eline aldığı paketi, sanki bir yeri gösteriyormuşçasına konumlandırdığı sol işaret parmağının kenarına vurmak suretiyle bakire bir sigara dalının diğerlerinden daha fazla öne çıkmasını sağlayacaktı. İşte bir tane gelmişti. Bu seçili olandı. Bu şanslı olanı çekerek ağzına götürdü ve neredeyse bir çöl kadar kuru olan dudaklarının arasına sıkıştırdı. Hayır. Şimdi yakmayacaktı. Çünkü ona göre evrende her şey belli bir nizam üstüne inşa edilmişti. En son ne zaman kapandığı ayrı bir tartışma konusu olacak bilgisayardan bir şarkı açacaktı. Biraz gezindikten sonra-ki bu şarkı hayatının belli dönemlerinde, her seferinde farklı bir anlam ifade edecekti-kararını verdi. Haluk Bilginer sesinin en buğulu tonuyla "böyle bir kara sevda" şeklinde başlayan ahkamlar kesiyordu. Ses düzeyini ayarlamak bile başlı başına bir işti. Çünkü o klozet kapağı açılıp üstüne oturduğunda tüm nağmeler eksiksiz olarak duyulabilmeli ancak ev ahalisini-evde iki kişi kalıyor olsalar bile-rahatsız etmeyecek ve uyandırmayacak şekilde ayarlanmalıydı. Bunu da hallettiğine inanıp, yanı-yöresi, tamamen kurulanmadan bırakılan eller yüzünden kahverengi lekelere sahip elektrik düğmesine dokundu. Normalde sorsanız oradaki sadece bir düğmenin hangisinin ışığı yaktığını bilmezdi ama bu durum artık bilinçaltına yerleştiğinden dolayı tek seferde ışığı yaktı. Gayri ihtiyari bir şekilde yerleştiği klozet üzerinde, sonraki yirmi beş dakika sürecek pozisyonunu aldıktan sonra nihayet ağzına yapışmış, sanki vücudunun bir uzvu haline gelmiş sigarayı ateşledi. Derince çektiği nefesle birlikte ciğerlerine sadece sigaradan peyda olan mavi duman değil, tüm geçmişi inmekteydi. Sıra en korktuğu-belki de bu yüzden her dakika beynini uyuşturulmuş durumda tutmak gerektiğini bildiği-işe gelmişti:

düşünmek...yine onsuz bir gün başlıyordu...



Hiç yorum yok: