14 Mayıs 2012 Pazartesi

Gönderilmemiş Öğeler

 

   Basit bir mesaj bu, öyle herkese atılabilirmiş izlenimi veren...Telefonun hafızasındaki kalıplardan biri bile olabilir belki...Ama değil, daha samimi, daha Türkçe...Yanlış anlaşılmasın diye alabildiğine kısa tutulmuş bir mesaj: 'Naber, napıyosun..'

   Sonuna bir soru işareti bile konulmamış güvensizlikten...Belki de verilecek cevabın çok belli olduğu düşünülmüş, o yüzden pek zahmet edilmemiş yazılırken. Daha çok bir yere varmak için bir vasıta bu mesaj, gidilecek yerin yanında hiçbir kıymeti olmayan bir minibüs gibi...Ve toplu taşınmaya alışık olanlar bilirler ki minibüsçüler hiç hazzetmezler soru işaretlerinden...

   Bu mesajı yıllar yılı taşıyorum içimde...Birilerine 'maç kaç kaç', 'abi çktın mı', 'gelyorum' gibi mesajlar göndermekten başka bir işlevi yok telefonumun. Bir de merak ederim kaç kontörüm, ah pardon, kaç liram kalmış diye. Aradığım en istikrarlı numaranın 9333 olması zaten durumun vehametini gösteriyor, bir de tabii avea kullandığımı.

   Bir süredir içimde taşıdığım bu mesaj, birkaç gündür telefonumun mesaj bölümünün taslaklar hanesinde kaydedilmiş duruyordu. Ve bu duruş, tek kelimeyle ifade etmem gerekirse boktan bir ruh haline soktu beni. Sebebi de şu: Elime hasbelkader yeni bir telefon numarası geçti. Numaranın sahibi, her romantik budalanın sadece yüzüne bakarak yepyeni başlangıçlar, hatta çift kişilik nevresim takımı hayal edebileceği türden bir kız. Sapık ya da ruh hastası falan değilim, bizzat ondan aldım bu numarayı. Ve - kaderin cilvesine bakın ki - bir süredir görmüyorum kendisini. Öncesinden de oturup bir çay içmişliğimiz olmadığı için ne yazsam münasebetsizlik olacakmış gibi geliyor. Doğuştan one night stand bir kimse olmadığım ve asla olamayacağımdan sebep, aklıma eseni de yazamam kesinlikle. Tam tersine, çekingen, etliye sütlüye karışmayan, pek tanımadığı kişilerle yüz göz olmayı sevmeyen biriyim. Terbiyeliyimdir de. Ama bu işlerde ne kadar tedbirli olursan, o kadar yanlış anlaşılıyorsun, daha önce de yaşadım bunu. Duygusal, içe dönük olmanın psikopatlıkla bir tutulduğu garip bir yüzyılda yaşıyoruz, her yanımız sosyal manyaklarla çevriliyken. Dahası, insan böyle bir şeye nasıl başlıyordu unuttum gitti doğrusu. Öyle lahmacun yemek gibi bir şey değil ki besmeleyi çekip saldırasın. Korkuyorum açıkçası, yanlış anlaşılmaktan, küçük düşürülmekten, sapık muamelesi görmekten, 'Off, gene mi bu salak...' cümlesinde kastedilen salak olmaktan.Ulan Ömer, yine kıçının üstüne oturup, işine gücüne bakmak varken, götünü dala budağa taktın. Ne diyeyim şimdi ben sana?

   Sizi bilmem ama böyle zamanlarda benim aklıma hep eski kız arkadaşım geliyor. Ne hallere düşürdün lan beni, ne vardı sanki terkedecek? Ben ki senden ve senin kuytu ikliminden memnundum, biraz uyukladım diye bastın tekmeyi kıçıma...Ev kedisi sokağa atılır mı be? Bu çöplüğü karıştırıyorsam şimdi, kabahati biraz da kendinde ara...

   Neyse uzatmayalım, bahsi geçen pek samimi mesajı mezkur şahsa yolladım, ama  inanın aklımdan üst paragraftakinden başka bir şey geçmedi. 'Gönder'e basarken bile çoktan sıkılmıştım bu işten. Çok şükür, karşı taraf da aynı bıkkınlık seviyesindeymiş ki birkaç saat sonra kendimi karşılıklı gönderilen mesajları, numarayı ve arama listelerimi temizlerken buluverdim.

   Mesaj kutumdaki boşluğun getirdiği rahatlıkla teselli olurken, derin derin içimi çektim. Galiba artık romantik bir budala değil, realist bir ukala olma yolunda hızla ilerleyen bir olgunluk çağı müridiydim. O gün için 9333'ü aramaktan vazgeçtim, çünkü son mesajı gönderdikten sonra liralarımın kısa süre içinde biteceği yönünde beni kibarca uyaran o mesaj gelivermişti.

   Görünüşe bakılırsa avea bile yeni bir başlangıç yapmamı istemiyordu.


Hiç yorum yok: